Sars-COV-2 virüsü pandemisinin önemli bir dönemine geldik. İlkbaharda karantina ve ciddi izolasyon önlemleri ile virüsü kontrole aldık. Yaz önlemlerin gevşetilmesine rağmen, özellikle dış mekanlarda kalabilmek ile fazla zarar görmeden geride kalıyor. Ülkemizde ve dünyada günlük rakamlar, ölüm sayıları artıyor. Sonbahar ile beraber, iç mekanlarda yaşam artacak. Dış mekanlarda azalacak. Görünen o ki, ülkemizde ve dünyanın geri kalanında önlemleri ilkbahardaki düzeye döndürmeden, hayatı devam ettirmeye çalışacağız. Bunun hastalık riskini arttıracağı kesin. Bu artışın kontrolde tutulabilir seviyelerde kalmasını sağlamaya çalışıyoruz. Bu kontrolü zorlaştıracak önemli diğer faktör de okulların açılması. Okullara çocuklarımız, toplumun gençleri döndükçe hastalığın yayılma hızının artacağı kesin. Büyük çelişki geleceğimiz olan çocuklarımızın eğitimine kaliteli şekilde devam edebilmek, ve hastalık açısından çocuklardan, gençlerden çok daha riskli grupta olan yaşlıların sağlıklarının korunması. İki amaç birbiri ile çelişir gibi duruyor. Okulların açılması için bir çok ülke kararlar alıyor. Ancak yazımızda da görüldüğü gibi hiçbir ülke bu konuda net ve rahat değil. Doğru cevabı bilen hiçbir sorumlu yok. Çocukların eğitiminin kalitesi ve toplumun geri kalanının sağlığının korunması arasında denge kurmaya çalışılıyor.
Pandemi öyle bir hal aldı ki, politikacıların, ülkelerin geleçeği bununla bağlantılı görülmeye başlandı. Tüm dünyayı ilgilendiren ABD başkanlık seçimlerine iki aydan az bir zaman kaldı. Başkan Donald Trump aşı bulunması ve tedavide başarının kendi hanesine artı puanlar yazacağını bildiği için, çeşitli sağlık kurumlarını aşı veya tedavi uygulama konusunda acele etmeye zorluyor. ABD kurumlarını ekimde ortaya çıkacak aşı için hazır olmaya çağırıyor. Başkan Trump’ın şimdi etkinliği sorgulanan sıtma ilacı hydroxychloroquin ile ilgili yanlış müjdeleri hala akıllarda. Bilim adamları acele etmeli, bazen parayı, kuralları, gücü elinde tutan politikacıları dinlemek zorunda kalıyorlar. Ancak toplumun güvenini sarsmamak için yapılanların politik kazanım için yapılmadığı konusunda güven vermeyi de elden bırakmamalılar. Toplum, örneğin, aşı konusunda yapılanlara inanmazsa bunu yaptırmayacaktır. Yapılmayan aşı da bir işe yaramayacaktır.
Şu anda dünyada çalışılan 90’dan fazla Corona aşısı var. Bunların son dönem araştırmalarına gelenin sayısı ise 9(dokuz). Soğuk savaş döneminde silah, bomba bilgileri önemli iken, şimdi aşı bilgileri çok önemli hale geldi. Ülkeler arası aşı bilgileri casusluğu başladı. Globalleşen dünyada büyük ülkeler başkaları üzerinde etkilerini kamuoyunda özellikle aşı bulunması ve uygulanması üzerinden oluşacak, pozitif etkilerle etkilerini arttırmaya çalışıyorlar. Tüm dünya globalleşiyor, ama anlayışlar 90’lar dünyası, soğuk savaşından. Benim etkimin artacağı küçük-orta boyutlu ülkeler üzerinden fayda sağlamaya çalışıyorum. Umarım bu pandemi, globalleşirken, yine 30-40 sene önceki düzene dönmeye dünyayı zorlamaz.
80-90lı yıllarda AIDS salgınının ortasında eğitimini tamamlamaya çalışan bir doktor olarak o zamanla şimdi arasında bazı paralellikler görüyorum. O zaman HIV yani human immunedeficeincy virüs, AIDS yapan virüs ile AIDS aynı kefeye konuyordu. Şimdi de SARS-COV-2 virüsü ile COVID aynı kefeye konuyor. Şöyle ki; HIV virüsü olan herkese AIDS denmiyor. Sadece HIV virüsü pozitif bulunup belirgin hastalık ya da bulguları olanlara AIDS deniyor. Halbuki günümüzde, hala, Corona virüs testi çıkan herkese hasta lakabı takılıyor. Hastalık belirtisi olsun olmasın. Bunun rakamları izlemek için bir önemi olabilir, ancak yaklaşık %50 hastalık teşhisi konan da hiçbir belirti yok. Yani eski hastalıktan yola çıkarak HIV + ama AIDS ddeğil. Günümüzde de Corona +, ile COVID yani coronaya bağlı hastalık ayırımı yapılmalı. Biz her corona + kişiye hasta diyoruz. Onlara sadece bulaştırıcı demek, ve onları hastalık belirtileri için izlemek daha doğrusudur. Zaten ülkemizde ve dünyada test pozitif çıkan şikayeti yoksa evinde izleniyaor sadece karantinaya alınıyor. Şikayetler artarsa hasta muamelesi görüp hastaneye çağrılıyor.
Çok yeni yapılan, medyamızda da yer alan bir haberde, Almanya’da bir üniversite, toplu kapalı bir mekanda virüsün bulaşma şekilleri ile ilgili bir araştırma yapmış.
Gönüllüler kapalı bir mekanda normal bir konsere gitmiş gibi davransın istenmiş. Renk veren el temizleyicisi aracılığı ile davranış paternlerinin takip edilmesi amaçlanmış. Üç gruba ayrılan deneklerde, fark; ilk grupta sosyal mesafeye dikkat edilmemiş. İkinci grupta gönüllü olarak kurala uyma önerilmiş. Son grupta ise konsere katılan sayısı yarıya düşülüp bir çeşit zorunlu sosyal mesafe uygulanmış. Bütün gönüllülerin davranış paternleri ve sonrası raporlanacakmış. Bu üç grupta değişmeyen tek şey ise, bütün gönüllülerin maske takmaları imiş. Bilimsel araştırmalarda bir soru araştırılırken, doğru kabul edilen şeyler değiştirilmez. Değişmeden diğer soru test edilir. Yani, bu deneyde maske takılması değişmez bir şey gibi kabul edilmiş. Bence bu kabul yeni normali tanımlıyor. Artık evimizden çıkınca maskemizi takacağız. Bir yere gitmek istiyorsak maskeli olacağız. Umarım yanılıyorumdur ama belki de, evimizin dışında artık maske takmadan hayatımızı sürdüremeyeceğimiz bir hayata doğru gidiyoruz.
Sağlıklı kalın, kalbinize iyi bakın